26 Ağustos 2012 Pazar

fifty shades of grey

best seller olmasından kelli, kimseden geri kalmiyim diye ben de "fifty shades of grey" okumaya başladım..
bugün itibariyle de kitabın yarısından çoğunu bitirdim, bu noktaya kadar heralde bir yerde değişecek diye de kendisine pek çok şanslar verdim..
ama geldiğim noktada hala bu kitabın nasıl best seller olduğunu anlamıyorum..
bu amerikalılar hayatlarında aşk romanı mı okumadı acaba diye düşünüyorum bir an ama o da pek mümkün gelmio..
o zaman bu kitabın bütün dünyada bu kadar yankı bulmasının sebebi nedir?!?!
ülkemizde gereksiz şeylerin yazarı olarak büyük ün yapmış olan hatta son zamanlarda ayşe arman'ın da rakibi olduğunu düşündüğüm ertuğrul özkök bile yazmış..
yaşlı başlı adamsın sana noluyo ya!?!?
RIP Amy yazısından sonra kendisini okumayı bırakmamın ne kadar doğru bir karar olduğuna bir kez daha kanaat getirdim.. Çocukları "babam çok fena bunadı ama hürriyet de bunu kovamadığı için hala yazmaya devam edio, durduramioruz" diye düşünüyodur kesin, yazık..
Neyse..
Kitabın normal bir aşk romanından iki-üç doz daha pornografik olması dışında biz okuyuculara verdiği ek bir bilgiye ben henüz rastlamadım ya da çok şaşırtan bir detaya vs..
Zaten kitabı okuma kararımı da "ulan 30 yaşına geldim, yıllardır da aşk romanı okumadım, bakalım algılarda değişiklik var mı" diye verdim..
sonuç:
ya ben çok olgunlaştım (ki hiç sanmıyorum) ya da bu kitap hakaten oldukça standart bir aşk romanı..
bu arada kitaba başlarken aşk romanı olduğunu biliyordum tabiki o kadar da şuursuz değilim ve de aşk romanı ne kadar sıkıcı olabilir ki diye düşündüm..
ama geldim gördüm ki baş karakter ve asıl hallenmem gereken kişi Christian Grey'in ağzına iPhone'la vurma histerilerim herşeyin önüne geçmiş..
gerçek bir sonradan görme, gerçek bir hanzo..
sürekli bi "o kadar zenginim ki balım, babanı bile satın alırım" tripleri gerçekten asap bozuyor..
ve yazar adamın her sayfada daha da, daha da zengin olduğunu anlayalım diye hayal gücü elverdiğince yazmış da yazmış..
(benim gibi lüks düşkünü asil arkadaşlarım bilir, bunun görsel bir örneğini birkaç sene önce Aşk-ı Memnu'da Çetin Özder sureti altında izlemiştik)
ve bence Seattle'lı zengin, yakışıklı, genç milyarder olarak bize tanıtılan Christian Gray, aslında Ebru Gündeş'in zengin, azeri ve de gıdılı kocasından başkası değil!!!!
Esas kız olarak da rol alan Anastasia Steel ise malesef gerçek bir köylü, gerçek bir sümsük..
sürekli bir tevazu, sürekli bir ezilmeler falan filan.. herif zengin işte, arabalar, mac book pro'lar havalarda uçuşuyo, nasılsa kabul ediceksin, baştaki kabul edememlere ne gerek var, niye bizi buraları okumak zorunda bırakıp da vaktimizi çaliosun??
zaten yıllardır da ev arkadaşının elbiselerini giymişsin hatta mezuniyetten sonra da kızın sırtından düşmeyip Seattle'da kızın ailesinin kıza aldığı eve yerleşiosun iç güveysi gibi.. sonra da adamın aldığı iki tane kitabı kabul etmemeler nedir balım allaşkına.. havan kime??
ay çok gerildim, bi viski falan mı koysam acaba??

her zaman söylerim, fakirlikten hiç hoşlanmam, zenginlik, kast sistemi vs her zaman tercih ettiğim yaşam formlarıdır..
ancak zenginliği de mütevazi şartlar altında severim..
aksi halde öyle azerbaycan zengini gibi gözüme gözüme sokulan zenginliktense fakir ama gururlu olmayı tercih edebilirim..
şaka şaka etmem..
azeri de olsa zenginliği tercih ederim tabiki manyak mıyım ben..
ancak mütevazi olan zenginliği daha çok tercih ederim, bayılırım, öperim, evde beslerim..

mesela ben..
kapı kolları, kartonpiyerler ve piyano odası ile birlikte 60 metrekare-300 metreküp olan evime gelen arkadaşlarıma ilk etapta ne kadar "down to earth" görüksem de ikramlarımki küçük detaylar (Osmanlı'dan kalma antika çay bardaklarım ve Belçika porseleni pasta takımım gibi) ile onları yakalarım..
işte böyle tatlılıklardan bahsediyorum canlarım..

insan herkesi de kendi gibi asil olsun istiyor ama günümüzde bu malesef  pek mümkün değil..
ne biliyim en azından keşke sör arkadaşlarım olsaydı.. elton john'a bile razıyım..
ama olmayınca olmuyor işte..

Bu arada da kitaptan biraz sapmışım her zamanki gibi..
Umarım kaldığım bölümden sonra ciddi bir manevra ile kitap değişir ve beni çok şaşırtır..
tavsiye eder misin diye sorarsanız da, eğer boş vaktiniz varsa "aman şöyle çıtır bir kitap okuyayım" diyorsanız evet edebilirim, böylece hem tüketim motivasyonunuzu beslemiş hem de bir best seller okumuş olursunuz..

daha asil nesillerin olduğu, daha zengin günlere....

Yours sincerely,
My dé Mujjjj





13 Ağustos 2012 Pazartesi

save the last dance?!?!

uzun zamandır düzenli sayılabilecek bir frekansta spora gidiorum..
ama hiç sosyalleşmiorum, derslere pek girmiorum-saatlerine uyduramiorum kendimi-anca yaldır yaldır koşuyorum, 2 saat kardio yapiorum falan..
bu hafta badim Aslı'yla birlikte dedik ki "bu böyle olmaz, derslere girelim, daha faal bir spor olayı yaratalım"..
ve hemen sanatçı, elastik ve estetik mizacımıza en uygunu olan "everybody dance" derslerine katılmaya karar verdik..
dersin zamanlaması da o kadar iyi ki; haftada 1 gün ve o da Pazartesi günleri 18.30'da..
dersin konusu da R&B ve Hip-Hop!!!!

oohh mis!! tüm pazartesi, günün geçmesi için hem bir motivasyon olucak hem de akşama da pazartesi stresini atıcaz..
tabi şimdi ders programından okuduk; "Ozan hocayla R&B ve Hip-Hop" diye görünce tamam dedim resmen Save The Last Dance'e bağlarım burdan alır yürürüm, sonra gelsin hayaller, gitsin fantaziler..
ve gerçekler:
canım hocam o kadar gay ki ancak bu kadar gay olabilir?!
ve de demet akalın'ın kareografı?!
yaşadığım üstüste şoklardan sonra kendime geldiğimde 3.şarkıda falandım..
(3.şarkıya kadar da demet akalın'la dansedioduk)
ama sonra o kadar utandım ki!! zira canım örtmenim o kadar güzel dansedio ve bize karşı o kadar sabırlı ki bütün moral bozukluğumu bir kenara bıraktım ve J.Lo'dan Rihanna'ya, Beyonce'den Spice Girls'e savurdum kendimi ve dersin sonunda da ilk ders için oldukça iyi olduğuma dair bir yıldızlı pekiyi bile aldım..

artık bundan böyle de buraların kötü çocuğu benim..
akşamları harlem'den çocuklarla buluşup çöp tenekelerinde ateş yakıp dansedicez..
bu serseri ve asi halim hoşuma da gitti açıkçası..
ve bence şapkaları yan takıp, shaq şortu giymediğim sürece de sorun yok..

şimdi bu hafta boyunca hareketlerimize çalışıp önümüzdeki derse hazırlanıcam, rahatsız edilmek istemiyorum..
içeri girmek için sebastian'dan izin alıp, kapıyı da çalarsanız sevinirim..
bir sonraki büyük adımım ise Yetenek Sizsiniz Türkiye'nin Köln'deki seçmelerine katılmak olucak..

ameeeet das kağamel?!
aberscheitznicht amet!!

almancı doğmadım ama sonradan zorlasam olur muyum acaba??

aufvidaziiiin..

3 Ağustos 2012 Cuma

helloooo get a room!!!!

son günlerde spor salonunda benim mi farkındalığım arttı, yoksa gerçekten erkekler deli gibi birbirini kesmeye mi başladı anlamıyorum..
yani kestiğinden eminim de hep mi kesiodu, yeni mi başladılar orasını anlamıyorum, yoksa hayatta herşeyi çok iyi anlıyorum, cin parçası gibiyim..
neyse yani öyle böyle kesmiolar, birbirlerini gözleriyle soyup soyup giydiriolar..
ben orda bir dişilik sembolü gibi aletten alete zıplarken dönüp bakmiolar, kendi iğrenç kıllı vücudlarını süzüyolar..
asla gay'lere karşı olmadım ama bi rahat durun yaa!! böyle de abartılmaz ki!!
en amerikan aksanımla onlara "hellooooo get a room" demek istiyorum..
yabancıların bu lafını da çok seviyorum, ama hiç gerçek anlamda kullanma fırsatım olmadı, keşke olsa..
iki öpüşen insan görseler hemen "get a room"
sanki bütün öpüşmeleriniz yatakta bitio.. paçoz şeyler..
neyse yani madurum, konsantre olamıyorum, çünkü "bunlar burda böyle kesişiosa giyinme (soyunma da diyebiliriz) odasında neler yapiodur" diye düşünmekten kendimi alamıyorum..