Her sene olduğu gibi tabiki bu sene de Cupertino'daki Apple Event'ine davetliydim.
Ancak malesef bu sene katılamadım, çiçeğimi gönderdim.
Malum evlilik, işyeri taşınması vs derken son zamanlarda hayatımdaki dinamikler oldukça değişti.
En önemlisi de yarın Hatice ablanın ütü günü olduğundan Cupertino benim için artık bir lüks sayılıcaktı.
Bu sebepten dolayı da çok sevdiğim meslektaşım Tim Cook'a üzülerek "I regret to inform you that I'll not be attending your event, because I'm supposed to wash the whites" mesajını ilettim.
buradaki "whites" kısmını gorbaçov ya da putin olarak algılamaz umarım.
öncelikle her zamanki gibi nefis bir event'ti.
yıllardır birebir yerinde izlemeye alışmış biri olarak, evde 2,5 saat boyunca bilgisayardan izleyince gözlerim 5 numara oldu.
şimdi yarın internette her yerde bu akşam açıklanan yeniliklerin "asla anlayamacağımız, tüketici deneyimine hiç dokunmayan aşırı teknik" açıklamalarını bulacağız ve biz bayanlar olarak da çoğunu anlamayacak ve niye bu kadar abartıldı ki diyeceğiz.
yani boyz,
içinde kullanılan çip bizi gerçekten ilgilendirmiyor.
şarjı uzun gidicek mi?
kamera iyileşti mi?
bazı takılmalar vs giderildi mi? gibi günlük sıkıntılarımıza cevap verseniz yeterli..
ama sizin aldığınız parayı hak etmek için ille de teknik bir şeyler yazacağınızı bildiğimden, tüketici deneyimini ilgilendiren/kızlar için yönetici özeti kısmını ben yazıcam.
çünkü sizin o teknik detaylarınızı ben de anlamıyorum, anlasam da ilgilenmiyorum.
istesem anlarım, ama isteyerek anlamıyorum.
anlayan niye anlıyo onu da anlamıyorum.
(loop'a aldı)
şimdi ben size aşırı tatlı bir şekilde özetlicem bu olayı.
sakin olun kızlar.
türk kahvenizi alın, ayaklarınızı altınıza toplayın, bi dal after eight alıp josephine'ninize uzanın..
1.her sene erkek erkeğe halı saha kıvamında yaptıkları bu event'e ilk defa 2-3 tane kadın serpiştirmişler. sıkıldınız dimi lan tek başınıza abazalar? ısısısısısı...
2.sahnede konuşan bütün kadınların çok iyi kol kas definition'ları vardı, hayvan gibi kıskandım. Nasıl oluyor abi o? o kadar üst düzeysin, bir sürü işin gücün olması lazım, spora gidicek vakti hatta yani vakit de diil, baya definition yapacak kadar vakti nerden buluyosunuz?
sinsiler kesin her gün kadın aliosunuz dimi?
3.yepyeni dev bir ipad çıkarmışlar. gerçekten ipad demeye dilim varmıyor, monitör desem daha yerinde olabilir. Bence bir kadının tüketim motivasyonlarını gözönüne aldığımızda oldukça kullanışsız, hem aşırı büyük hem ağır.. Ama şimdi olsa sabaha kadar ne oynarım ne oynarım belli diil, üstüne bile yatarım gece uyurken almasınlar diye.. ama bir yerde creative director falan değilseniz bence almanız çok şart değil.
bi de kalemini yapmışlar.
kocaman ekrana kalemle çizmek hayvan gibi eğlenceli olur eminim.
Yaskom görse sabaha kadar bırakmazdı.
4.microsoft batmasın, çocukluk anıları kodak gibi ölüp gitmesin diye onlara acıyıp bir işbirliği yapmışlar. microsoft office programlarını bu dev ipad'de de kullanabileceksiniz sanırım-o kısımlarda biraz sıkılmıştım tam dinlemedim, ama bu bilgi size yeter.
5.apple watch'ı baya greys anatomy havasına sokmuşlar, paso sağlık aplikasyonu. hamileler bebeklerinin kalp atışını duyup bunu doktoruyla da paylaşabilecekmiş. böylece iyice paranoyaklaşan anneler ve katil doktorlar yaratabilecekler.
tabiki bunun için hem hastada hem doktorda apple watch olması gerekiyor.
ve de günde ortalama 10 tane hamilenin bebeğinin kalp atışlarını doktoruna gönderip "normal atıyor mu" dediğini de hesaba katarsak jinekoloji dünyasını ciddi bir travma beklediğini söyleyebilirim.
6.apple watch için hermes'le işbirliği yapmışlar. yemin ediyorum bu benim daha önce aklıma gelmişti. böyle saat kısmı apple watch ama kayış, o hermes'in klasik deri dolanmalı kayışı.. çok güzel olmuş, çok şık olmuş, bizim gibi zengin ve elit bayanlar için harika bir nesne olmuş, koşun alın.
7.ipad mini 4 diye bir şey çıkarmışlar ama bundan hiç bahsetmedi, orayı hiç anlamadım, var bi bit yeniği.. sadece fiyatını söyledi geçti, sanırım kendileri de ürüne pek inanmıyor, patron istedi diye çıkardılar ama sunumda da dikkat çekmeyelim üstünkörü geçelim dediler. bence öyle yani.
8.biggest news: iphone 6s çıkmış. aman işte özellikleri falan ahım şahım değil. yani güzel ama "ulannnn işte bu özellik yüzünden 1 senedir atomu bölemiyordum" dediğim bir numarasını göremedim.
ama yani bence bizi en çok ilgilendiren kısmı kamera iyileştirilmiş, en önemlisi de ön kamerası 5MB olmuş sonunda, zira normal düz bir 6PLUS kullanıcısı olarak hala selfilerim ütüyle çekilmiş gibi. Bu daha iyi olacak inşallah.
Bir diğer beni kalbimden vuran tatlılık ise, pembe iphone çıkmış.
pembe dediysek şirin kız pembesi değil tabiki, zira şirin kızlardan hiç hoşlanmam.
i mean rose gold bitchez!
olsa alyansımla da çok uyumlu olurmuş.
yani yeni telefon alacaklara tabiki kesinlikle 6S öneririm.
yenisi çıkmış kızım manyak mısın niye eskisini alasın.
her zaman ileri, daima ileri..
9.son olarak da çok güzel renkli yeni yeni kılıflar yapmışlar. aksesuar manyaklığımdan dolayı 5 tane falan alırım diye düşünüyorum.
işte böyle yani kızlar.
teknoloji dediğimiz şey öyle çok da komplike bir şey değil neticede.
sadece mühendisler 100 sene okuyor ve okurken de çok zorlanıyor diye hayatları boyunca her şeyi bize zehir etmeye çalışıyorlar.
ama öyle bir şey yok.
göreceğiniz gibi size gayet basit olayı özetledim.
yarın hiç öyle chip, pc falan okuyup da aklınızı karıştırmayın.
zara'ya, mango'ya falan gidin, yeni sezona bakın onun yerine.
think different.
different derken baya different yani, ne biliyim madonna'yla tayyip öpüşüyomuş mesela..
9 Eylül 2015 Çarşamba
6 Eylül 2015 Pazar
sahibinden malta.
allah o malta'yı bildiği gibi yapsın.
tatilimizi zehir etti.
silah arkadaşlarımız M.E. ve S.İ. ile hayvan gibi eğlendiğimiz bir Selanik tatilinden sonra dedik ki yine bir Evrupa'ya mı gitsek genşşşler!!
Ve de ekonomisi batmakta olan, tüm günü 20 euro'ya hayvan gibi lüks içinde geçirebileceğimiz ama deniz kenarı olan ve maviliklerinde yüzebileceğimiz bir evrupa ülkesi arayışına girdik.
aslında en temel kriterimiz "schengen" ile girilebilir olmasıydı.
zira ilk defa yıllar sonunda 55.schengenimde falan 6 aylık vize almıştım ve hepimizin aynı anda vizesi vardı.
yaptığımız hummalı araştırmalar neticesinde malta'da karar kıldık.
önemli not: vizeyi malta konsolosluğundan aldım ve sanırım malta konsolosundan sonra ilk defa birisi malta konsolosluğundan vize alarak malta'ya gitmek istiyordu, bu sebeple de sevinçten delirip bana 6 ay verdiklerini düşünüyorum. zira sonradan anladım ki akli dengesi yerinde bir insan bilinçli bir şekilde, bilerek ve isteyerek ve ısrarla malta'ya gitmek için malta'dan vize almazmış, almamalıymış..
Görünürde tüm şartları eksiksiz sağlıyordu;
*schengen'le mi giriliyor? EVET
*ekonomisi kötü mü? EVET
*ucuz mu? EVET
*deniz var mı, turkuaz-maviliklerde yüzebilecek miyiz? EVET YÜZÜCEZ HEM DE ÖTEYE BİLE GEÇİCEZ!
kağıt üstünde harika bir plan yapmıştık.
YESSSS HAYVAN GİBİ ZEKİYİZ ÇÜNKÜ!!!!
(nooooot!!)
hemen uçak biletlerimizi aldık ve booking'den otel aramaya başladık.
yaptığımız 700 saatlik fizibilite, cross site karşılaştırmaları vs neticesinde Sliema şehrinde tam deniz kenarında marinanın orada bir otel bulduk.
Yorumlar falan olumlu ötesi, herkes öyle mutlu şeyler yazmış ki, tamam dedik selanik tourist otel faciasından sonra oteli telafi edicez artık, hayvan gibi mutluyuz, YESSSS!!
hemen oteli de ayarladık.
ama sanırım biz oteli ayarlarken ya euro 1,5 liraydı (ki sanmıyorum-o kadar eski değil zira-3 ay öncesi falan) ya biz biraz alkollüydük ya da içkimize ilaç atılmıştı.
zira otele gidip de ödeme aşamasına geldiğimizde hepimizde ne?nasıl yani? embesilliği oluştu.
götümüze hayvan gibi bir kazık kaçmıştı sevgili romalılar.
üstelik de bu paranın karşılığında 1 metrekarelik ve de en fenası camsız birer odada kaldık.
ben ikinci şoku da odaya girdiğimde yaşadım.
kapıdan girdikten sonra 1 adımda yatağa, 2. adımda da banyoya ulaşılıyordu.
banyonun ufaklığını anlatmak için ise henüz metrik bir sistem yok ama şöyle diyim, çişinizi yaparken aynı anda lavaboda dişlerinizi fırçalayabilir ve de yine aynı anda duşta ayaklarınızı yıkayabilirdiniz.
benim bacaklarım yetişmediğinden ben ayaklarımı yıkayamadım, ama belki zarif eşim M. yıkamıştır, bilmiyorum sormadım, bir de yeni evli falan olduğumuz için de iğrençleşmenin manası yok henüz.
neyse odaya girince yaşadığım hayal kırıklığını biraz temiz hava ile atayım dedim ki, bu niyetim de tokat gibi yüzüme indi.
perdeyi bir açtım, binanın boşluğu!!!!
sonsuz bir pimaş manzarası.
resepsiyondaki orospuya da "abla biz bir fresh air alamayacak mıyız" soruma da "air condition" cevabını aldım.
"oldu yaa hiç aklımıza gelmemişti air condition"
ama işte orada leydiliğimden "ulan orospu fresh air diyoruz, air condition fresh mi sence" diyip ağzına da plastik havaianas terliklerimle vuramadım. içimde bir uktedir.
neyse...
genel olarak tatilini malta halkı tarafından tokatlanarak geçirdik.
ve de yani tüm halk retard!!
restorana gidiyoruz 4 kişi, ortaya bir sürü şey istiyoruz, herifler 1 çatal getiriyor!! ve extra çatal istediğimizde de "kaç tane?" cevabını alıyoruz.
ulan mal!
4 kişiyiz.
kaç tane çatal isteyebiliriz ki!!
sen 10 tane getir, kalan 6 tanesini götümüze sokucaz.
aslen "sakinliği" ile tanınan (noooot!) zarif eşim bile çileden çıkıp "bi say bakalım biz kaç kişiyiz röööaarrr" diye kükredikten sonra hakettiğimiz 4 çatalı alabildik..
kahve istesek tersleniyoruz, hesap istesek suratımıza bakılmıyor, ne desek tersleniyoruz, servis rezalet, zaten gelişimi 1985'te durdurdukları için teknoloji de bekleyemiyoruz...
ama zaten ilk günden beri bizi en çok heyecanlandıran şey de yapacağımız tekne turuydu.
bu sebeple de diğer negatifliklere çok fazla takılmıyorduk, zaten bir noktadan sonra da deliliğe geçtik, yediğimiz her tokadı tebessüm ile karşılar hale geldik..
neyse iş geldi tekne turunda çıkacağımız tekneyi seçmeye..
öyle bizdeki gibi aman tekne kapatalım da halka karışmayalım, fakirlerle yüzmeyelim, kendi elit dünyamızda takılalım konsepti 1985'te oldukları için tabiki henüz buraya gelmemiş.
mecbur başka insanların da olduğu tekne turlarından birini seçicez.
Biz de baktık, teknelerin arasında en ciks olanı seçtik, hayvan gibi bir katamaran.
ve öyle çok kalabalık da olmuyor, insanlarla içiçe olmazsınız dedikleri için içimize de sindi.
malta apaçi yuvası bari teknede rahat edelim dedik.
ve tekne sabahi geldi çattı. mutluluktan ölüyoruz. hayvan gibi bronzlaşıcaz, turkuaz sularda yüzücez, belki 3-5 vatos, köpek balığı neyin bile görücez ve istanbul dönüşünde de deli gibi hava atıcaz..
(plan kağıt üstünde yine harika)
tekneye bindik, kadro olarak bir fıkra çıkarabilirdik;
50 israilli, 4 türk, 2 ingiliz karı ve tekne crew.
yani o kadar asimile olduk ki herkes bizimle hebrew konuşuyor falan..
ve tabiki 2 tane aşırı neşeli ingiliz karı.
ikisi de dişsiz kaptanı kapama derdinde, sabahın dokuzunda adama lep densler falan, leşliğin sınırları zorlanıyor.
"eehh bi oturun be oturduğunuz yere sabah sabah bu neyin neşesi" diye onların da ağzına vurmadım tabiki, ama vursam büyük vururdum.
ama işte malta'ya iner inmez götümüze giren o şemsiye teknedeyken açıldı.
ve hayatımızın fırtınası çıktı: perfect storm!!
ama kaptanımız george clooney değil..
isnt it ironic?? no, it isnt!
soğuk, sağanak, dalgalar derken ben hayatımın kusmasını yaşadım.
ve bu arada benimle beraber 10 kişi falan da kusuyor ve bayılanlar falan var..
yani abartmıyorum, hakaten bir dram yaşanıyor denizin ortasında.. mültecilik diz boyu.. baya çeşme'den sakıza kaçıyoruz..
ben yağmurdan ve dalgalardan sırılsıklam olmuşum ve artık üşümekten morarmışken tam, ingiliz orospu bana dönüp "yannız tatlım ingiltere'de bu çiseleme sayılır" dedi!!
bana!!
bana dedi!!
ulan göt karı, zaten o yüzden ingiltere'de değil malta'dayız, yağmur isteseydik ingiltere'ye giderdik yavşak!!
bu arada da kaptan ve kadroya da yazmaya devam ediyor, artık gözü döndü, hangisini kaldırsa kar durumunda..
director's note:
ben bu ingiliz karılarının nasıl 12 yaşında hamile kalıp çöpte doğurduğunu çok iyi anladım abi.
çok normal.
sarah ve musa'ya da zamanında aklım ermemişti-gerçi yaşım da küçüktü.
ama şimdi taşlar oturdu.
ama olsun yine de ne güzeldir ingilizlik..
aman neyse, tekne turumuz hüsranla sonuçlandı.
bir tane kasabaya yanaştık, bir otele sığındık, ben kusmaya devam ettim, beni lobide fön makinasıyla kurutmaya çalıştılar falan ve nihayet oraya taksi çağırarak kendi otelimize geri dönmeyi başardık.
ve tabiki otele döndükten 2 saat sonra da deli gibi güneş çıktı.
ve böylece o mavilikler hayalimiz de götümüzde patlamış oldu.
mavilik diyorsam, hakaten mavilik yani, baya üzerine film yapılmış bir mekandan bahsediyorum;
the blue lagoon
ve de burada bırakın yüzmeyi, karşıdan hatta uçaktan bile göremeden dönmüş olduk.
ülkenin tek iyi yanı içki inanılmaz ucuz.
biz de dedik ki, bu iş böyle olmaz, bari öküz gibi içelim de placebo etkisi yaratalım, sanki hayvan gibi eğleniyoruz sanalım.
öyle de yaptık ve sanırım biz bize olduğumuz için eğlendik de..
CUT
Sahne 2:
Malta'dan tam 1 hafta sonra ölümcül bir endoskopi süreci yaşadım ve gastrit teşhisi koyuldu, teşekkürler.
Malta, 10 points.
(yani neymiş? öyle hissetmemek için ve de ucuz diye ayı gibi içmemek lazımmış..)
Yani diyeceğim o ki Malta da hemen medeni bir ülkeye satılsın.
insanları da yakılsın, boş olarak satılsın. Çünkü bu insanları ile Norveç alsa toparlayamaz o öküzleri.
Allahın dincileri.
din kontenjanından çakma avrupalılar.
inşallah bi istanbul'a gelirsiniz ve bana denk gelirsiniz, size "türk" misafirperverliğini gösteririm.
ya da satılamiosa da yeri değişsin, suudi'nin yanına falan koysunlar, çok iyi olurlar birbirlerine.
lanet şeyler.
benim gibi liberal, tertemiz, saf, pak bir insanı bile ırkçı yaptınız lan, aferin size.
(şaka şaka hayvan gibi ırkçıyım tabiki-ama genelde doğuya doğru. batının her türlü tatlılığını alırım, eve getirip evde beslerim)
ve yazıma ingiliz bir edebiyatçının, çok ünlü bir eseri ile nokta koymak istiyorum;
FUCK YOU MALTA....
Shakes Beer
tatilimizi zehir etti.
silah arkadaşlarımız M.E. ve S.İ. ile hayvan gibi eğlendiğimiz bir Selanik tatilinden sonra dedik ki yine bir Evrupa'ya mı gitsek genşşşler!!
Ve de ekonomisi batmakta olan, tüm günü 20 euro'ya hayvan gibi lüks içinde geçirebileceğimiz ama deniz kenarı olan ve maviliklerinde yüzebileceğimiz bir evrupa ülkesi arayışına girdik.
aslında en temel kriterimiz "schengen" ile girilebilir olmasıydı.
zira ilk defa yıllar sonunda 55.schengenimde falan 6 aylık vize almıştım ve hepimizin aynı anda vizesi vardı.
yaptığımız hummalı araştırmalar neticesinde malta'da karar kıldık.
önemli not: vizeyi malta konsolosluğundan aldım ve sanırım malta konsolosundan sonra ilk defa birisi malta konsolosluğundan vize alarak malta'ya gitmek istiyordu, bu sebeple de sevinçten delirip bana 6 ay verdiklerini düşünüyorum. zira sonradan anladım ki akli dengesi yerinde bir insan bilinçli bir şekilde, bilerek ve isteyerek ve ısrarla malta'ya gitmek için malta'dan vize almazmış, almamalıymış..
Görünürde tüm şartları eksiksiz sağlıyordu;
*schengen'le mi giriliyor? EVET
*ekonomisi kötü mü? EVET
*ucuz mu? EVET
*deniz var mı, turkuaz-maviliklerde yüzebilecek miyiz? EVET YÜZÜCEZ HEM DE ÖTEYE BİLE GEÇİCEZ!
kağıt üstünde harika bir plan yapmıştık.
YESSSS HAYVAN GİBİ ZEKİYİZ ÇÜNKÜ!!!!
(nooooot!!)
hemen uçak biletlerimizi aldık ve booking'den otel aramaya başladık.
yaptığımız 700 saatlik fizibilite, cross site karşılaştırmaları vs neticesinde Sliema şehrinde tam deniz kenarında marinanın orada bir otel bulduk.
Yorumlar falan olumlu ötesi, herkes öyle mutlu şeyler yazmış ki, tamam dedik selanik tourist otel faciasından sonra oteli telafi edicez artık, hayvan gibi mutluyuz, YESSSS!!
hemen oteli de ayarladık.
ama sanırım biz oteli ayarlarken ya euro 1,5 liraydı (ki sanmıyorum-o kadar eski değil zira-3 ay öncesi falan) ya biz biraz alkollüydük ya da içkimize ilaç atılmıştı.
zira otele gidip de ödeme aşamasına geldiğimizde hepimizde ne?nasıl yani? embesilliği oluştu.
götümüze hayvan gibi bir kazık kaçmıştı sevgili romalılar.
üstelik de bu paranın karşılığında 1 metrekarelik ve de en fenası camsız birer odada kaldık.
ben ikinci şoku da odaya girdiğimde yaşadım.
kapıdan girdikten sonra 1 adımda yatağa, 2. adımda da banyoya ulaşılıyordu.
banyonun ufaklığını anlatmak için ise henüz metrik bir sistem yok ama şöyle diyim, çişinizi yaparken aynı anda lavaboda dişlerinizi fırçalayabilir ve de yine aynı anda duşta ayaklarınızı yıkayabilirdiniz.
benim bacaklarım yetişmediğinden ben ayaklarımı yıkayamadım, ama belki zarif eşim M. yıkamıştır, bilmiyorum sormadım, bir de yeni evli falan olduğumuz için de iğrençleşmenin manası yok henüz.
neyse odaya girince yaşadığım hayal kırıklığını biraz temiz hava ile atayım dedim ki, bu niyetim de tokat gibi yüzüme indi.
perdeyi bir açtım, binanın boşluğu!!!!
sonsuz bir pimaş manzarası.
resepsiyondaki orospuya da "abla biz bir fresh air alamayacak mıyız" soruma da "air condition" cevabını aldım.
"oldu yaa hiç aklımıza gelmemişti air condition"
ama işte orada leydiliğimden "ulan orospu fresh air diyoruz, air condition fresh mi sence" diyip ağzına da plastik havaianas terliklerimle vuramadım. içimde bir uktedir.
neyse...
genel olarak tatilini malta halkı tarafından tokatlanarak geçirdik.
ve de yani tüm halk retard!!
restorana gidiyoruz 4 kişi, ortaya bir sürü şey istiyoruz, herifler 1 çatal getiriyor!! ve extra çatal istediğimizde de "kaç tane?" cevabını alıyoruz.
ulan mal!
4 kişiyiz.
kaç tane çatal isteyebiliriz ki!!
sen 10 tane getir, kalan 6 tanesini götümüze sokucaz.
aslen "sakinliği" ile tanınan (noooot!) zarif eşim bile çileden çıkıp "bi say bakalım biz kaç kişiyiz röööaarrr" diye kükredikten sonra hakettiğimiz 4 çatalı alabildik..
kahve istesek tersleniyoruz, hesap istesek suratımıza bakılmıyor, ne desek tersleniyoruz, servis rezalet, zaten gelişimi 1985'te durdurdukları için teknoloji de bekleyemiyoruz...
ama zaten ilk günden beri bizi en çok heyecanlandıran şey de yapacağımız tekne turuydu.
bu sebeple de diğer negatifliklere çok fazla takılmıyorduk, zaten bir noktadan sonra da deliliğe geçtik, yediğimiz her tokadı tebessüm ile karşılar hale geldik..
neyse iş geldi tekne turunda çıkacağımız tekneyi seçmeye..
öyle bizdeki gibi aman tekne kapatalım da halka karışmayalım, fakirlerle yüzmeyelim, kendi elit dünyamızda takılalım konsepti 1985'te oldukları için tabiki henüz buraya gelmemiş.
mecbur başka insanların da olduğu tekne turlarından birini seçicez.
Biz de baktık, teknelerin arasında en ciks olanı seçtik, hayvan gibi bir katamaran.
ve öyle çok kalabalık da olmuyor, insanlarla içiçe olmazsınız dedikleri için içimize de sindi.
malta apaçi yuvası bari teknede rahat edelim dedik.
ve tekne sabahi geldi çattı. mutluluktan ölüyoruz. hayvan gibi bronzlaşıcaz, turkuaz sularda yüzücez, belki 3-5 vatos, köpek balığı neyin bile görücez ve istanbul dönüşünde de deli gibi hava atıcaz..
(plan kağıt üstünde yine harika)
tekneye bindik, kadro olarak bir fıkra çıkarabilirdik;
50 israilli, 4 türk, 2 ingiliz karı ve tekne crew.
yani o kadar asimile olduk ki herkes bizimle hebrew konuşuyor falan..
ve tabiki 2 tane aşırı neşeli ingiliz karı.
ikisi de dişsiz kaptanı kapama derdinde, sabahın dokuzunda adama lep densler falan, leşliğin sınırları zorlanıyor.
"eehh bi oturun be oturduğunuz yere sabah sabah bu neyin neşesi" diye onların da ağzına vurmadım tabiki, ama vursam büyük vururdum.
ama işte malta'ya iner inmez götümüze giren o şemsiye teknedeyken açıldı.
ve hayatımızın fırtınası çıktı: perfect storm!!
ama kaptanımız george clooney değil..
isnt it ironic?? no, it isnt!
soğuk, sağanak, dalgalar derken ben hayatımın kusmasını yaşadım.
ve bu arada benimle beraber 10 kişi falan da kusuyor ve bayılanlar falan var..
yani abartmıyorum, hakaten bir dram yaşanıyor denizin ortasında.. mültecilik diz boyu.. baya çeşme'den sakıza kaçıyoruz..
ben yağmurdan ve dalgalardan sırılsıklam olmuşum ve artık üşümekten morarmışken tam, ingiliz orospu bana dönüp "yannız tatlım ingiltere'de bu çiseleme sayılır" dedi!!
bana!!
bana dedi!!
ulan göt karı, zaten o yüzden ingiltere'de değil malta'dayız, yağmur isteseydik ingiltere'ye giderdik yavşak!!
bu arada da kaptan ve kadroya da yazmaya devam ediyor, artık gözü döndü, hangisini kaldırsa kar durumunda..
director's note:
ben bu ingiliz karılarının nasıl 12 yaşında hamile kalıp çöpte doğurduğunu çok iyi anladım abi.
çok normal.
sarah ve musa'ya da zamanında aklım ermemişti-gerçi yaşım da küçüktü.
ama şimdi taşlar oturdu.
ama olsun yine de ne güzeldir ingilizlik..
aman neyse, tekne turumuz hüsranla sonuçlandı.
bir tane kasabaya yanaştık, bir otele sığındık, ben kusmaya devam ettim, beni lobide fön makinasıyla kurutmaya çalıştılar falan ve nihayet oraya taksi çağırarak kendi otelimize geri dönmeyi başardık.
ve tabiki otele döndükten 2 saat sonra da deli gibi güneş çıktı.
ve böylece o mavilikler hayalimiz de götümüzde patlamış oldu.
mavilik diyorsam, hakaten mavilik yani, baya üzerine film yapılmış bir mekandan bahsediyorum;
the blue lagoon
ve de burada bırakın yüzmeyi, karşıdan hatta uçaktan bile göremeden dönmüş olduk.
ülkenin tek iyi yanı içki inanılmaz ucuz.
biz de dedik ki, bu iş böyle olmaz, bari öküz gibi içelim de placebo etkisi yaratalım, sanki hayvan gibi eğleniyoruz sanalım.
öyle de yaptık ve sanırım biz bize olduğumuz için eğlendik de..
CUT
Sahne 2:
Malta'dan tam 1 hafta sonra ölümcül bir endoskopi süreci yaşadım ve gastrit teşhisi koyuldu, teşekkürler.
Malta, 10 points.
(yani neymiş? öyle hissetmemek için ve de ucuz diye ayı gibi içmemek lazımmış..)
Yani diyeceğim o ki Malta da hemen medeni bir ülkeye satılsın.
insanları da yakılsın, boş olarak satılsın. Çünkü bu insanları ile Norveç alsa toparlayamaz o öküzleri.
Allahın dincileri.
din kontenjanından çakma avrupalılar.
inşallah bi istanbul'a gelirsiniz ve bana denk gelirsiniz, size "türk" misafirperverliğini gösteririm.
ya da satılamiosa da yeri değişsin, suudi'nin yanına falan koysunlar, çok iyi olurlar birbirlerine.
lanet şeyler.
benim gibi liberal, tertemiz, saf, pak bir insanı bile ırkçı yaptınız lan, aferin size.
(şaka şaka hayvan gibi ırkçıyım tabiki-ama genelde doğuya doğru. batının her türlü tatlılığını alırım, eve getirip evde beslerim)
ve yazıma ingiliz bir edebiyatçının, çok ünlü bir eseri ile nokta koymak istiyorum;
FUCK YOU MALTA....
Shakes Beer
1 Eylül 2015 Salı
çok zengin olursam...
kendime, sadece kendime hizmet eden, bir dediğimi iki etmeyen, beni pamuklara saran, sabahları omuzlarıma öpücükler kondurarak uyandıracak bir uşak bulmak olucak.
çünkü;
bulaşık makinası boşaltmamak,
her sabah yatağı toplamamak,
her akşam ne yicez diye düşünmemek,
bazen işten geldiğimde evde tatlı bir drink sofrası, yanında bir "lö şarküteri tabağı" ve tatlı bruschettalar bulmak istiyorum.
çok mu istiyorum ha çok mu istiyorum??
yapan nasıl yapio??
zaten hepimizin hayatında olan, rutin tatlılıklar diil mi olm bunlar?
neyse henüz çok zengin değiliz, ama zarif eşim beni çok iyi tanıdığı ve karısını en güzel sakinleştiren şeyin şampanya olduğunu bildiğinden son evrupa seyahatinden bana tam 2 şişe bottega gold almış.
(kıbrıs-çünkü içki hayvan gibi ucuz. sadece bu yüzden bile taşınırım o çirkin yere. ama bence hala iyi bir alıcısı olursa hemen satıp parasını faize yatıralım derim ya da ne biliyim alplerden bir ufak yamaç falan alıp, sınırlarımızı artık evrupa'ya uzatalım derim.)
şimdilik bottega ve cappy portakalı karıştırarak kendi mütevazi mimosamı yapacağım, until my next sarabeths brunch.
(burayı da ingilizce yazdım çünkü bazen ingilizce düşünürüm bitch!! şaka şaka daha havalı olduğu için.)
cheers fakirler.
çünkü;
bulaşık makinası boşaltmamak,
her sabah yatağı toplamamak,
her akşam ne yicez diye düşünmemek,
bazen işten geldiğimde evde tatlı bir drink sofrası, yanında bir "lö şarküteri tabağı" ve tatlı bruschettalar bulmak istiyorum.
çok mu istiyorum ha çok mu istiyorum??
yapan nasıl yapio??
zaten hepimizin hayatında olan, rutin tatlılıklar diil mi olm bunlar?
neyse henüz çok zengin değiliz, ama zarif eşim beni çok iyi tanıdığı ve karısını en güzel sakinleştiren şeyin şampanya olduğunu bildiğinden son evrupa seyahatinden bana tam 2 şişe bottega gold almış.
(kıbrıs-çünkü içki hayvan gibi ucuz. sadece bu yüzden bile taşınırım o çirkin yere. ama bence hala iyi bir alıcısı olursa hemen satıp parasını faize yatıralım derim ya da ne biliyim alplerden bir ufak yamaç falan alıp, sınırlarımızı artık evrupa'ya uzatalım derim.)
şimdilik bottega ve cappy portakalı karıştırarak kendi mütevazi mimosamı yapacağım, until my next sarabeths brunch.
(burayı da ingilizce yazdım çünkü bazen ingilizce düşünürüm bitch!! şaka şaka daha havalı olduğu için.)
cheers fakirler.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)